1 Kasım 2018 Perşembe

LAYOUT TASARIMI // SÜTUN - SPREAD EGZERSİZİ

Tek Sayfa Boyutu: 23 x 30 cm [İki sayfa yan yana (Facing pages/ Spread) olarak düzenlenecek]
- Düzenlemeler bir grid sistemi üzerinden iki veya üç sütun ile yapılacak.
- Herhangi bir görsel öğe ya da renk kullanılmayacak
- (Şimdilik) Sadece metin kullanılacak.


Jimi Hendrix’in Woodstock’u


Martin Johnson

O sahne aldığında, neredeyse herkes bu sıra dışı festivali terk etmişti. Ama 40 yıl sonra, Woodstock hala Jimi’ye ait.

Kırk yıl öce yüz binlerce insan (gerçek sayı hiç bir zaman bilinemeyecek) Bethel, N.Y.’da düzenlenen Woodstock Müzik ve Sanat Fuarı için bir araya geldi. Rock müziğin ünlü isimlerinin neredeyse tamamı—Jefferson Airplane, The Who, Janis Joplin, Sly & the Family Stone, Crosby, Stills, Nash & Young, Richie Havens—bu sıra dışı festivalde sahne aldı. Ve seyircilerin neredeyse tamamı bu sanatçıları izledi.
Ancak seyircilerin çok küçük bir bölümü Jimi Hendrix’in performansına (bugün bile gelmiş geçmiş en iyi rock gitar performanslarından biri olan, Woodstock’un simgesi olarak bilinen performans) tanıklık edebildi.
O gün Woodstock’ta olduğunu söyleyebilenlerin birçoğu, Hendrix’in performansını rock tarihinin bu efsaneleşmiş gününü filme alan çok sayıdaki CD ve DVD’ler sayesinde hatırlayabiliyor.
Birçok faktör birleşerek Hendrix’e komplo düzenlemiş gibiydi: yetersiz lojistik planlama, kötü hava koşulları, aşırı kalabalık (yedek olarak çalan ismi duyulmamış toplama grubu söylemeye gerek yok). Hendrix’in performansının (üç günlük hafta sonu festivalinin son gösterisi) 03.00’da başlaması gerekiyordu ancak sahneye çıkması 18 Ağustos Pazartesi 08.00’i buldu. Bu saate kadar Woodstock Kalabalığı’nın büyük kısmının evine gitmiş olması gerekiyordu. Hafta sonu sona ermişti. Ancak kalmayı tercih eden azınlık gerçekten özel bir sabah yaşadı —Jimi ile kahvaltı, anlatılmaya değer bir performans. Bunun nedeni ona özel davranılması değildi. Çalmaya başladığında, konser alanının çevresindeki çalışanlar muazzam kalabalığın çöplerini temizlemeye başlamışlardı.
Festival organizatörleri konsere 150.000 kişinin katılacağını öngörmüştü ve muhtemelen beklediklerinin en az iki katı katılımcı geldi (belki de Joni Mitchell’in “Woodstock” şarkısında söylediği gibi “yarım milyon gücünde” bir kalabalık vardı) ve diğer lojistik imkanlar da kullanılamadı. Her gece gösteriler gün ağarıncaya kadar sürdü ve Pazar günü durmak bilmeyen yağmur nedeniyle Hendrix’in performansı ertesi güne sarktı. Kariyerinin en alışılmadık performanslarından biri olacaktı.
Konser sunucusu Jimi’nin grubunu “Jimi Hendrix Experience” adıyla anons etti ama Jimi hemen sunucunun bu hatasını düzeltti ve grubun adının “Gypsy Sun and Rainbows” olduğunu söyledi. O yılın başlarında Hendrix, 60’lı yılların ortalarında Londra’da kurulan The Experince grubundan ayrılmıştı. Jimi Hendrix Experience üç disk kaydı gerçekleştirdi, bunlardan ikisi Are You Experienced ve Electric Ladyland, popüler müziğin unutulmaz kayıtları arasındaki yerini aldı. Woodstock’tan bir kaç ay sonra, Hendrix, basçı Billy Cox ve Buddy Miles ile birlikte kurduğu yeni grubu Band of Gypsies’i tanıtacaktı.
Ancak o Ağustos günü Hendrix hala arayışlarını sürdürüyordu ve sabah saatlerinde sahneye adım attığında yanında Cox, The Experince grubundan davulcu Mitch Mitchell, gitarist Lary Lee ve iki perküsyoncudan oluşan bir grup vardı.
Bu grup Hendrix’in birlikte çaldığı en büyük grup olmanın yanı sıra en az ünlü olanıydı. Durum Hendrix’i alışık olduğundan farklı bir şekilde çalmaya zorlamıştı. Bu durum özellikle sonunda gitarın bir telini kopardığı “Red House”şarkısının yükselen ve incelen blues tarzı akorlarında belirgin hale geldi. Hendrix gitarının arızasını düzeltmeye uğraşırken Lee “Mastermind” şarkısında gruba liderlik etti, ardından Jimi en az onun kadar nefes kesici “Foxy Lady” ile dönüş yaptı.
Woodstock organizatörleri programlarının ne kadar aksadığını fark ettiklerinde, Hendrix’e gece yarısı çalmasını önerdiler ancak o bu teklifi reddetti. Bu andan itibaren tarihi bir olay gerçekleşeceği belliydi ve Hendrix ışığını ve efsanevi performansını saklamak istemişti. Artık kendisinden önce ortaya konulan mükemmel müziği uygun bir şekilde sonlandırmak istiyormuş gibi çalıyordu.
İki saatlik performansının ortalarına doğru, “The Star-Spangled Banner” parçasının da dahil olduğu bir bölüm başlattı. Ulusal marş Hendrix’in repertuarında uzun süredir yer alıyordu ve bu marşı kariyeri boyunca yaklaşık 50 kez çalmıştı ancak hiçbiri Woodstock’taki kadar uzun ve iniş çıkışlarla süslenmiş değildi. Performansı, Vietnam Savaşı haber sayfalarından tanıdığımız savaş jetlerinden gelen gürültülü geri beslemeyle doldu, sadece Jimi’nin müziğini daha öne çıkaran, rutin eşliğe ustaca değiştirerek JohnColtrane’e benzer şekilde daha itici bir şekilde destekleyen Mitchell the late Rashied Ali tarafından desteklendi. Kırk yıl sonra hala unutulmaz gitar performansları arasında bir numaradaki yerini koruyor.
Hendrix bu durumu performanstan birkaç hafta yapılan bir röportajda TV talk show sunucusu Dick Cavett’e “Ben bir Amerikalıyım tabii ki marşımı çalacağım” şeklinde açıkladı. Cavett, Hendrix’in performansını alışılmışın dışında olarak açıklamaya çalıştığında, gitarist bu açıklamayı düzeltti. “Alışılmışın dışında değil güzel olduğunu düşünüyorum”. Aslında, Woodstock Topluluğunu Amerikalı olmamakla suçlayan neslinin tüm karşıt üyeleri için Jimi’nin uygun bir cevabı vardı; onlar diğerleri gibi uyumlu olmak için yanıp tutuşmuyor, özgürlüğü kucaklıyorlardı. Woodstock son muhteşem Hendrix performanslarından biriydi. Hayatının son 13 ayında kaydının piyasaya sürülmesinden çok önce imzalamış olduğu bir sözleşmeyle ilgili davalarla ve Experince sonrası kurduğu grubu bir arada tutmanın zorluklarıyla uğraşmak zorunda kaldı.
Müzikal açıdan, aynı anda birçok yönde ilerliyordu: Jazz unsurları, art-rock ve diğer stiller Hendrix’in Woodstock sonrası döneminin bir çok gösterisinde ve canlı gösterisinde yerini aldı. Ancak Jimi’nin genel Woodstock performansı ve özellikle Ulusal Marş’a ısrarlı itirazı kariyerinde mükemmel bir noktadır. Özellikle, Woodstock’un ne demek olduğunu tam anlamıyla açıklıyordu. Bu nedenle bu 40. yıldönümü kutlanmaya değer bir olay.

x


SAYFA TASARIMI // FORMAT EGZERSİZİ: "SÖYLEŞİ"

Fethi Pamukoğlu: “Bilgi birikimi, ancak bir başkasına aktarılırsa ölümsüzleşir”


SÖYLEŞİ / FOTOĞRAFLAR: ALİ KEMAL ERTEM

Saat Kulesi’nin yer aldığı meydan, her kesimden insanın uğrak noktasıdır. Meydanın içinde oyalansak da içinden geçip gitsek de kulenin tarihi saatine pek bakmayız. Oysa yıllardır o saate gözü gibi bakan bir isim var: Fethi Pamukoğlu. Antik saatler uzmanı Pamukoğlu ile zamanlar arasında gidip geldiğimiz bir söyleşi gerçekleştirdik.

Saat Kulesi denince akla ilk gelen isimlerden birisiniz. Kuledeki saatin tarihçesi hakkında biraz bilgi verir misiniz?
Kulenin saati, Alman İmparatoru II. Wilhelm tarafından şehre hediye ediliyor fakat çok ilginçtir, saat Fransız sistemiyle çalışıyor. Bu işe gönül vermiş dört arkadaşımla o kadar araştırdık ama üretici firmanın kim olduğunu bulamadık. 
“Saat kulesi tamircisi” ifadesi, masalsı bir etki yaratıyor… Bize hikâyenizden bahseder misiniz?
1958 doğumluyum. Mesleğe yedi yaşımda, babamın yanında başladım. Müessesemiz, 1936’dan beri, üç kuşaktır ara vermeden varlığını sürdürüyor. Yaşım ilerledikçe, mesleğe ilgim arttıkça, babamın yanında daha fazla zaman geçirmeye başladım; devamlı araştırma halindeydim. 12 Eylül öncesinde, üniversitelerin karışık ortamından dolayı okulda bir sene kaybedeceğim belli olunca, askere gitmeye karar verdim. Böylece, 1981 yılında profesyonel hayata adım atmış oldum. Çok ilginç dönemlerdi çünkü geleneksel saatçiliğin yapı taşları yavaş yavaş yerinden oynamaya başlamıştı. Bizden öncekiler ve bizim kuşaktan gelen saatçiler, mekanik ustasıdır. Elektronik devir başladığında, o teknolojiye ayak uydurmaya çalışırken hepimiz epeyi sıkıntı çektik. Aslını isterseniz bu sıkıntılı dönem, benim hayat felsefemi derinden etkiledi. Şöyle ki: Saat tamiri ve bakımı çok zorlu bir iştir; emek, göz nuru, ilgi ve bilgi gerektirir. Pilli saatlerin tamiri daha kolaydır, kârlı bir iş koludur. O günkü hayat felsefeme uygun düşecek şekilde, kolay para kazanmanın peşindeydim ve bu kolaycılığın bedelini ilk Körfez Savaşı sırasında döviz tepetaklak olunca çok pahalıya ödedim. Piyasadaki para sirkülasyonu aniden duruverdi ve dibe vurduk. 
Her zaman, hayata pozitif bakmaya çalışırım ve başa gelen her melanetin insanın hayatına olumlu bir etki yapacağına inanırım. Ticari hayatımız alaşağı olunca evi, arabayı, yazlığı satmak zorunda kaldım. En sonunda, satacak başka şey kalmayınca, İstanbul’a gidip depomda kalmış otuz antika saati elimden çıkardım. Saatler çok sıkışık olduğum için ucuza gitti, maalesef. Bu bana çok ağır geldi, üstüne üstlük. Dönüşte kendi kendime şunları sormaya başladım: Ben neyim ve ne değilim? Neyi beceriyorum, neyi beceremiyorum? Anladım ki iyi bir zanaatkârım ama tüccarlık vasfım sıfır. Zaten tüccarlık, bambaşka bir şey bence… Bir yandan düşündükçe, hurda niyetine aldığım o saatleri emeğimi, tecrübemi, becerimi kullanarak toparlamış olmam çok hoşuma gitti. Çok radikal bir karardı; şehre varınca doğruca dükkâna gittim ve elimde ne kadar yeni saat varsa hepsini ortadan kaldırdım. Dedim ki, “bundan sonra ne yeni mal alacağım ne yeni mal satacağım ne de bunların tamiratıyla uğraşacağım.” Ve böylece, meslekte yepyeni bir kulvara geçtim. Geçtim ama bu geçişin bir miktar sıkıntı yaratacağını baştan kabullenmiştim. “Sabırla koruk bile helva olur” derler ya, o sıkıntılı süreci atlatmak on senemi aldı. Bu süreç zarfında müşteri portföyüm tamamıyla değişti ve insanlar mesleğime daha çok saygı göstermeye başladı.
Meşhur saat kulemizle nasıl ilgilenmeye başladığıma artık gelebiliriz: Dedem ve babam gibi devrin mekanik ustaları, ihtiyaç olduğu zaman saatin bakımına el atarmış. Ancak, bizim jenerasyonun ustaları elektroniğe yönelince, kuledeki saatin mekanik bakımından anlayan kimse kalmamış. O zamanki dükkânım kuleye epeyi yakındı ve gözümün önünde durup, olması gerektiği gibi çalışmayan saat, bir mekanikçi olarak beni çok rahatsız ediyordu. Gerekli makamlara çıktım ve teklifimi yaptım: “Saatin bakımını ücret talep etmeden üstlenmek istiyorum. Yeter ki doğru dürüst çalışsın çünkü saatin bu hali beni inanılmaz rahatsız ediyor.”
Saat kuleleri, genelde açık alanlara, her kesimden insanın uğrak noktasına konumlandırılır. Bunlar yüksek yapılar olduğu için, zararı engellemek adına, havayı sirküle edecek delikler barındırır. Bir mekanikçi olarak söylüyorum, içerisi uçak gemisi gibidir. Tozdu, egzozdu derken, saat kuleleri düzenli bakıma muhtaçtır. Belirli prensiplere göre çalışan bu mekanik saatlerin irtifaya göre değişen kurulma aralıkları vardır. Bizim kulenin saatini de altı günde bir kurmak gerekiyor. 1994’ten beri bakımı ve kurulumuyla uğraşıyorum. İlk on yıl boyunca sözleşmesiz olarak hizmet verdim. Şunu da söyleyeyim, sadece bu kulenin saatiyle ilgilenmiyorum; bugüne kadar on altı saat kulesinin bakımını üstlendim. 
Mesleğinizin ürettiği bilgi birikimini geleceğe bırakmak adına neler yapıyorsunuz?
Çok özel bir iş koluyla uğraştığımın farkındayım, saatçilik literatürüne geçmiş işletmemin Türkiye’de bir benzeri yok. Ben mesleğine sevgiyle bağlı birisiyim. İlgi, ardından bilgiyi getiriyor ama bu bilgiyi kayıt altında tutmak lâzım ki kaybolmasın. O yüzden dünden bugüne yaptığım her işi belgeleyip kayıt altına alıyorum. Bilgiyi kendime saklamam çünkü bilgi birikimi, ancak bir başkasına aktarılırsa ölümsüzleşir. Bu birikim bende saklı kalmasın diye meslek okullarına, sanat okullarına gidip bir şeyler öğreteyim diye can atıyorum fakat devrin özelliğinden midir insanların bakış açısından mıdır, kime başvursam “önce para” diyor. Bundan dolayı kimseye kızamıyorum çünkü bir zamanlar ben de hayata öyle bakıyordum.
Bu işe gönül vermiş amatör meslektaşlarımın katkısıyla, Türkiye’de saatçiliğin geçmişini, bugününü ve geleceğini konu edinen bir kitap hazırlıyoruz. İnşallah ömrümüz yeter de kitabı hayata geçirebiliriz. 
Kulenin tasarımı hakkında ne düşünüyorsunuz?
Güzel bir soru; cevabı, kuleye neresinden baktığınıza bağlı ama ondan da önce, hayata bakışınıza bağlı. Demin dedim ya, önceleri eskiyle yeninin yan yana durmasını yakıştıramazdım. Antika saatlerle ilgilenmeye başlamadan önce, saat kulelerine tabiri caizse koyunun trene baktığı gibi bakıyordum. O zamana kadar eserin mimarisi veya geçmişi hakkında en ufak bilgim yoktu. Şimdi o yapıyı geleceğe taşımaktan, yaşatmaktan ben sorumluyum. Keşke herkes şehrin mimari değerlerinin bilincine gecikmeden varabilse. Ben o bilince çok geç vardım. 
Dükkânda sayısız saat var. Bunların bakımını, temizliğini nasıl organize ediyorsunuz?
Yaptığım işle gurur duyuyorum ama artık zor geliyor. Yaşım oldu altmış; insan belirli bir süre sonra yorulmaya başlıyor. İşin içinden çıkamayanlar, “Fethi Usta yapar” diyor. Tamam, Fethi Usta yapar da nasıl yapar? Meselâ, kimseye zaman konusunda söz vermem çünkü süreç sırasında karşımıza bin tane problem çıkabilir. Acele etmeye gelemem. Tamir, bakım önce beni tatmin edecek ki müşteriye “çıkardığım iş içime sindi, güle güle kullan” diyebileyim. 
Bu alanda rakipsiz olunca, zamansızlık aile hayatımı sekteye uğratıyor. Yirmi gün oldu, kardeşlerimi ancak görebildim. İzmir dışında bir sürü işe koşuyorum. Anıtlar Müdürlüğü’ne, belediyelere ve müzelere bilirkişi olarak hizmet veriyorum. Böyle olunca, dükkânla ve saatlerle ilgilenme işi en sona kalıyor. Kurmasıydı, tozunu almasıydı derken, bir günüm gidiyor. Gözler de eskisi kadar iyi görmüyor. Babamın dediği gibi “mekanik zamanla eskir”; bizim mekanik de eskidi. 
Babam Fikri Pamukoğlu ile rahmetli olana kadar aynı tezgâhta çalıştık. Fırlama bir çocuktum ama hiç tartışmadık. Zaman zaman futbolcular gibi burun buruna gelirdik ama hiçbir zaman kavga etmedik. Normalde iki zanaatkârın bir tezgâhı paylaşması çok zordur ama yaş ilerledikçe neyi anladım biliyor musunuz? Bu huzur halinin sebebi babamın sabrıymış, olgunluğuymuş. Her zaman her yerde adını anarım, nur içinde yatsın… Bana bir altın bilezik verdi hâlâ o bilezikle hayatımı idame ettiriyorum. Kardeşm,Türkiye’de Rolex’ten sertifikalı dokuz ustadan biridir fakat bu tür saatlerle ilgilenmiyor. O yüzden, mesleğimi el verdiğim bir arkadaşıma bırakmayı planlıyorum. 
Zanaatkârlık neden ortadan kalkmaya yüz tuttu?  “El emeği göz nuru” olarak baktığımız objeler niye hayatımızdan çıkıp gidiyor? Temel sebep ekonomik koşulların değişmiş olması mı, insanların estetik algısında yaşanan değişim mi? 
Bu konuyu düşünmek dahi bana üzüntü veriyor. İşim gereği sıkça yurt dışına çıkıyorum, birçok ülkeyi ziyaret ediyorum. El emeğine yurt dışında kolay kolay paha biçilemiyor çünkü insanlar geçmişine ve geçmişi taşıyan objelere, yapılara kadir ve kıymetle bakıyor. Biz hafızayı korumaya ilgisiz bir milletiz. Ülkenin ekonomik istikrarı bir türlü yakalayamamış olması, el emeğine dayanan zanaatkârın hak ettiği karşılığı almasını engelliyor. Ustalar iyi para kazanamadığı veya o iş kolu artık ilgi görmediği için mesleği bırakıp gidiyor. Benden öncekilerin önemli bir kısmının vefat ettiğini unutmayalım. 
Diğer yandan, zanaatkârın çuvaldızı kendisine batırması da gerekiyor. Öncelikle mesleğine saygıyla, inatla sarılacaksın ve sebat etmekten vazgeçmeyeceksin. Emeğinin, hizmetinin hakkını ancak belirli bir seviyeye gelmişsen müşteriden talep edebilirsin. Kendi vicdanıma soruyorum; bu iş kolunda rakibim olmadığı için gereğinden fazla ücret talep etmeye hakkım var mı? Gönül ferahlığı çok önemli… Bizde el işçiliğiyle çalışanlar, maalesef verdikleri hizmetin ve emeğin gerçek karşılığını alamadığı için parayı kolayca kazanabilmenin yollarına bakıyor. Bir vida için gün boyunca uğraştığımı, bir dakika sürecek ayar için üç yüz kilometre yolu gidip geldiğimi bilirim. İşçiliğim pahalıdır, ben hizmet ve emeğimin karşılığını alıyorum ama herkes benim kadar şanslı değil. 


25 Ekim 2018 Perşembe

Paragraf Egzersizi Vol. 2

Kültür, Uygarlık ve Kitap 


İnsan, hiçbir bilgiye sahip olmadan doğar. Yaşamı boyunca birçok bilgiyi deneyimleyerek öğrenir. Bilgiye ulaşmanın bir yolu da okumaktır. Uygarlık, bizden önceki kuşakların biriktirdiği bilgi ve anıların toplamıdır. Biz, uygarlığa o kuşakların kitaplarını okumakla katılabiliriz. 


Kitap, bir kenarından birleştirilerek dışına kapak takılmış yani ciltlenmiş, (kâğıt, parşömen vb. malzemeden üretilmiş) üzeri baskılı sayfaların toplamıdır. Bir yapıta ya da yapıtın bir bölümüne de kitap dendiği olur. Elektronik ortamda yayınlanan kitaplara ise e-kitap yani elektronik kitap denir. Kütüphanecilikte, dergi, bülten ya da gazete gibi süreli yayınlardan ayırt etmek için “monograf” olarak da adlandırılır.
Kitap kelimesi Arapça kökenlidir. Arapça’da “yazılı olan” anlamına gelen “kitab” sözcüğü, “yazmak” anlamına gelen “ketebe”den türemiştir. Türkçesi ise “bitig”, diğer yazılışlarıyla “bitik” ya da “betik”tir. Kaşgarlı Mahmud’un Bağdat’ta 1072 - 1074 yılları arasında yazdığı Türkçe Arapça sözlük olan Divânu Lügati’t-Türk adlı yapıtında kitap sözcüğünün karşılığı Türkçe “bitig” olarak geçmektedir. Orhun Yazıtlarında da kitap sözcüğü “bitig” olarak geçer.
XIX. yüzyıldan itibaren, Sanayi Devrimi’nin doğal sonucu olarak, selüloz esaslı endüstriyel kâğıt üretimi yaygınlaştı. Bu tür kâğıt, dokuma-lif esaslı kâğıttan çok daha ucuz olduğu için her türden kitabın genel okuyucuya büyük miktarlarda ve ucuz sunulmasını sağlamakla birlikte, asit içerdiği için zamanla bozulur. Kitaplar tercihen fazla ışık, özellikle de doğrudan güneş ışığı almamalıdır. Normalin üstünde ısı ve nem de kitaplara zararlıdır.

11 Ekim 2018 Perşembe

4 Ekim 2018 Perşembe

12 Şubat 2018 Pazartesi

TİPOGRAFİ II / Proje 1: "YAZI KARAKTERLERİNİN DÖNEMSEL SINIFLANDIRILMASI" Kartpostal Tasarımları


YAZI KARAKTERLERİNİN DÖNEMSEL SINIFLANDIRILMASI

                  Yazı karakterleri, yapısal olarak; Serif (tırnaklı yazı karakterleri) ve Sans Serif (tırnaksız yazı karakterleri) olarak 2 temel gruba ayrılır. Bu 2 temel grup ise dönemsel ve yapısal olarak değişim gösteren alt bölümlere ayrılır.
1-     Serif
a.     Oldstyle
                                                        i.     Venetian Oldstyle / Humanist
                                                      ii.     Geralde Oldstyle
b.     Transitional
c.     Didone / Modern
d.     Slab Serif
                                                        i.     Slab Serif
                                                      ii.     Clarendon
                                                     iii.     Typwriter
2-     Sans Serif
a.     Transitional Sans Serif  / Grotesque
                                                        i.     Grotesque
                                                      ii.     Neo Grotesque
b.     Oldstyle Sans Serif  / Humanist
c.     Geometric

Yazı karakterlerinin sınıflandırması, harflerin tasarım özellikleri olan açılarındaki şiddetten, gövde çizgilerinin yapılarından, uç noktalarından ve serif yapılarından belirlenebilir. Genelde bu kategoriler yazı karakterlerinin tarihi evrimini yansıtır. Humanist yazı karakterleri, kaligrafiyle ve el hareketleriyle yakından ilişkilidir. Transitional ve Modern yazı karakterleri daha soyut ve daha az organiktir. Bu üç ana grup sanat ve edebiyattaki Rönesans, Barok ve Aydınlanma Çağıyla oldukça ilgilidir. Ancak bu farklı kategorilerdeki yazı karakterleri günümüzde yazının sayfa üzerindeki kontrastlığını arttırmak için birbirleriyle karıştırılıp, kaynaştırılarak da kullanılmaktadır.

SERIF

                  Tırnak ya da harfi oluşturan gövde çizgisinin sonundaki yatay sınırın erken Roma’ya dayandırılması olasıdır. Father (peder) Edward Catich, The Origin of the Serif (Tırnak’ın Kaynağı) adlı eserinde; tırnakların, harflerin taşa oyulmadan önce fırçayla çizilmesi sonucunda ortaya çıkan bir işlem hatası olduğunu söyler. Serif ya da Roman yazı karakterleri, tırnaklı yapılarından ötürü harfleri birbirinden ayırmamızı ve yazıların gözümüze bir çizgi üzerindeymiş gibi görünmesini sağlar. Bu sebeple gövde metin için uygun yazı karakterleridir. Tırnaklı yazı karakterleri 4 ana gruba ayrılır:
1-     Oldstyle
a.     Venetian Oldstyle  / Humanist
b.     Geralde Oldstyle / Oldstyle
2-     Transitional
3-     Didone / Modern
4-     Slab Serif

OLDSTYLE
Venetian (Venedikli)  Oldstyle  / Humanist – 15. Yy sonları
1470 yılında ilk roman yazısı olarak Venedikte çıktığı için bu adı almıştır. Venetian yazı karakterleri Rönesans akademik el yazısını taklit ederek tasarlanmıştır. Bu yazı karakterleri kitap (metin) yazısı olarak kullanılmıştır ve hala da okunaklı oluşu ve netliği sayesinde kullanılmaya devam etmektedir. CENTAUR yazı karakteri bu sınıf için iyi bir örnektir.

Geralde Oldstyle – XVI.-XVII. Yüzyıllar
Hali hazırda bugün kullandığımız en popüler tırnaklı yazı karakterlerini içeren bir gruptur. Bu tip yazı karakterlerinin ilk örnekleri XVI.-XVII. yüzyıllarda Fransız matbaacı Claude Garamond ve Venedikli matbaacı Aldus Manitus tarafından tasarlanmıştır. Geralde yazı karakterlerini diğerlerinden ayıran en önemli özellik ADOBE GARAMOND’da kendini gösterir. Küçük “e”nin orta çizgisi yataydır ve Venetian (Humanist) yazı karakterlerine göre harfi oluşturan ince ve kalın çizgilerdeki kontrastlık fazladır. Özellikle yuvarlak harflerde hafif  sola yatık eksen vardır ve serifleri dirseklidir. SABON yazı karakteri 1966 yılında Jan Tschichold  tarafından tasarlanmıştır ve Claude Garamond’un XVI. yüzyıl yazı karakterlerini temel almıştır.

a.     Harfin ana(stem) ve ikinci(hairline) çizgisi arasında kalınlık ve incelik farkı çok azdır.
b.     Ağır dirsekli serifleri vardır.
c.     Karakterlerde eğik vurgu vardır.
d.     Büyük harf yüksekliği, üst satıra dayanan küçük harflerden (b, d, l, k, h) daha kısadır.
e.     Genelde serif (tırnak) uçları alt satır çizgisinin altına taşar.
f.      Bazı küçük harflerin terminal (fontu oluşturan çizginin başlangıç ve bitiş noktaları) şekilleri gözyaşına benzer.

TRANSITIONAL (GEÇİŞ DÖNEMİ YAZI KARAKTERLERİ) - XVIII. yüzyıl
Tipografide 18. Yy geçiş dönemidir. Hem Geralde (Oldstyle) hem de Didon (Modern) yazı karakterlerinden ögeler içerir. ITC NEW BASKERVILLE ve CASLON, çok düzenli/kurallı ve keskin olduklarından text (metin) için çok uygun yazı karakteridir. John Baskerville XVIII. yüzyıl ortalarında keskin formları ve yüksek kontrastlığa sahip fontlarını tanıttığında zamanında şok etkisi yaratmıştır. Bu tür yazı karakterleri Humanist karakterlere göre daha keskin tırnaklara ve daha dik açılara sahiptir. Yuvarlak harflerin ekseni diktir ya da çok hafif belli belirsiz bir eğim vardır. Harfler Barok dönem etkisiyle genişlemişlerdir. Harfleri oluşturan çizgiler arasında kalınlık farkı oldukça fazladır ve tırnaklar gövdeye oranla çok incedir. Tırnakların bitişi keskindir ve tırnaklar gövdeye dirsekle bağlanmasına rağmen dirsekler hafiftir.

a.     Harfin ana (stem) ve ikinci (hairline) çizgisi arasında güçlü kalınlık ve
incelik kontrastlığı vardır.
b.     İnce serifleri vardır.
c.     Karakterlerde dikey vurgu vardır.
d.     Büyük harf yüksekliği, üst satıra dayanan küçük harflerle (b, d, l, k, h) aynıdır.
e.     Küçük harfler, kısa ve geniştir, ve neredeyse genişletilmiş görünürler.

DIDONE / MODERN - XVIII. yüzyıl Sonları – XIX. yüzyıl başları
XVIII. yüzyılın sonlarına doğru kağıt üretimi, kompozisyon, baskı ve ciltlemedeki gelişmelerden tipografi derinden etkilenmiştir. Bunun sonucu olarak çok güçlü dik etkiye sahip ve çok ince çizgileri olan yazı karakterleri geliştirmek mümkün olmuştur. Bunu Fransız Ailesi DIDOT gerçekleştirmiş ve Italyan matbaacı BODONI mükemmelleştirmiştir. Böylece bu tasarımcılar bu gruba isim verenler olmuşlardır. Didone yazı karakterlerinin tipik özellikleri arasında; dikkat çekici ince ve düz tırnakları, dik açıları ve keskin çok güçlü kontrastlığa sahip olan ince ve kalın çizgileri vardır.

a.     Harfin ana (stem) ve ikinci (hairline) çizgisi arasında kontrast yaratacak kalınlık ve incelik farklılığı vardır.
b.     Tırnaklarda dirsek yoktur.
c.     Karakterlerde güçlü dikey vurgu vardır.
d.     Küçük harfler büyük harflere oranla küçük gövde yüksekliğine sahiptir.
e.     Bazı harflerdeki terminaller (başlangıç ve bitiş noktaları) daireseldir.

SLAB SERIF / EGYPTION (KARE TIRNAKLI) - XIX. yüzyıl başları
XIX. yüzyılın başlarındaki endüstri devrimi yeni bir iletişim aracı olan “reklam”larda kullanılabilecek çok bold (kalın) baskı harflerinin gelişmesine yol açmıştır. Afişler, el ilanları ve direkler dikkat çekme yarışı içine girilmiş ve okuyucunun dikkatini çekmek için etkili olduğunu düşünülen; çizgileri güçlü ve köşeli/keskin biten slab serif yazı karakterleri tercih edilmiş. Slab Serif yazı karakterleri kendi içinde 3 alt gruba ayrılır : Slab Serif - ROCKWELL, Clarendon - CLARENDON, Typewriter - LUCIEN. Slab Serif yazı karakterleri dirseksiz seriflere sahipken, Clarendon köşeli ve dirsekli seriflere sahiptir. Typewriter yazı karakterlerinde ise tıpkı karakter genişliklerinde olduğu gibi gövde çizgileriyle serif çizgileri aynı kalınlıktadır.

a.     Harfin ana (stem) ve ikinci (hairline) çizgisindeki incelikler ve kalınlıklar arasında küçük farklılıklar vardır.
b.     Küçük harflerde geniş gövde yüksekliği vardır.
c.     Serifleri kalın, köşeli ve kütük şekillidir.
d.     Harfin ana çizgisiyle serifleri arasında ya çok az bağlantı dirseği vardır ya da hiç yoktur. 
e.     Karakterlerde dikey vurgu vardır.

SANS SERIF / TIRNAKSIZ YAZI KARAKTERLERİ - XIX. yüzyıl başları

İlk Sans Serif yazı karakterleri 1816’da kullanılmıştır. Ancak popülerlik kazanması için üzerinden 100 sene geçmesi gerekmiştir. 1920’lere gelindiğinde tipografi Almanyadaki Bauhaus tasarım okulunun “less is more” felsefesinden oldukça etkilenmiştir ve tasarımcılar tırnaksız yazı karakterleri tasarlamaya başlamışlardır. Süslemeler silinmiş/yok edilmiştir. Bu yazı karakterleri Display yazı karakterlerine göre oldukça okunaklı olması nedeniyle metin yazıları içinde uygun bulunmuşlardır. Bu yazı karakterleri kendi içinde 4 alt gruba ayrılırlar: Grotesque, Neo Grotesque, Geometric, Humanist.

TRANSITIONAL SANS SERIF / Grotesque / Neo Grotesque
Grotesque 1900’lerin başlarında tasarlanan ilk San Serif yazı karakterlerinin yer aldığı alt gruptur. Bu gruba verilen Grotesk adı aslında bu yazı karakterlerinin öncesinde tasarlanan yazı karakterlerinin elit tasarım anlayışını barındırmamasından dolayı çirkin bulunmasını niteler. Bazı grotesk yazı karakterlerinde FRANKLIN GOTHIC yazı karakterinde olduğu gibi “g” ve “a” çift katlıdır. Harfleri oluşturan ana ve ikinci çizgiler arasında çok hafif farklılıklar vardır. Harflerin örneğin “C” bitiş ve başlangıç noktaları düz değil eğimlidir.

Neo Grotesque 1900’lerin sonunda karşımıza çıkar ve grotesk yazı karakterlerinin bir alt grubudur. Geleneksel karakteristik çizgilerden sıyrılmış ve olabildiğince sade ve minimalist hale getirilmiştir. Harfi oluşturan çizgiler arasında ya kontrastlık yoktur ya da yok denecek kadar azdır. Yazı karakterine daha çok geometrik bir görüntü verebilmek için çizgi bitişleri düzdür/eğimli değildir. HELVETICA ve UNIVERS en popüler Neo Grotsque yazı karakterlerindendir. Dünyanın en çok kullanılan yazı karakteri Helvetica, 1957’de Max Meidinger tarafından tasarlanmıştır. Onun bu tek düze dik karakter yapısı Transitional Serif karakterleriyle aynı yapıdadır ve bu nedenle bu tür yazı karakterlerine Transitional Sans Serif de denilmektedir.

OLDSTYLE SANS SERIF / Humanist
1900’lerde bazı tipograflar yazı karakterlerinin Neo Grotesk tarzda olmasını arzu ederken bazıları hala “insan” yazısının etkilerinin olmasını istiyorlardı. Böylece Humanist tırnaklı yazı karakterlerindeki gibi bazı çizgi modülasyonları yazı karakterlerine daha arkadaşça bir görüntü vermiştir. GILL SANS ve OPTIMA popüler sans serif yazı karakterlerindendir. Sans Serif (Tırnaksız) Fontlar XX. yüzyılda yaygın hale gelmiştir. Gill Sans, 1928’de Eric Gill tarafından tasarlanmış Hümanist karaktere sahip bir yazı karakteridir. Küçük a’nın içindeki boşluğun küçük olması ve çizgi kalınlığındaki kaligrafik farklılıklar dikkate değerdir. Hümanist Serif karakterleriyle aynı yapıdadır ve bu nedenle bu tür yazı karakterlerine Hümanist/Oldstyle Sans Serif de denilmektedir.

GEOMETRIC
Tıpkı modern serif yazı karakterlerinde olduğu gibi Geometrik yazı karakterleri de tasarım trendlerinin en uç noktaya çekilmesiyle oluşmuştur. Geometrik yazı karakterleri basitlik ve sadelikte harflerin geometrik formlar üzerine yapılandırılmasıyla Noe-Grotesque yazı karakterlerinin önüne geçmiştir. Bu fontlar ultra moderndir. Ancak yapıları gereği özellikle küçük harflerde okuma güçlüğü yaratır. FUTURA ve AVNGARDE bu stiller için verilebilecek en önemli yazı karakterleridir. Futura, 1927 yılında Paul Renner tarafından tasarlanmıştır ve O ve S harfleri mükemmel bir daire formundadır. A ve M’nin üst noktaları ise keskin bir üçgen şeklindedir.

a.     Tırnakları yoktur.
b.     Harfin ana ve ikincil çizgisinin göze eşit gözükmesinden dolayı;
vurgu yok denecek kadar azdır.
c.     Büyük harflere oranla küçük harfler geniş gövde yüksekliğine sahiptir.
d.     Genelde harfin ana çizgisi köşelidir.


(Aşağıdaki görseli kullanmak zorunda değiliz; temel özellikleri anlamanızda yardımcı olması için eklendi)