30 Kasım 2015 Pazartesi

BASIN YAYIN DERGİ PROJESİ-MAKALELER

MÜZİK DERGİSİ MAKALE (SES-KASET)
-----------------------------------------------------------------


Jimi Hendrix’in Woodstock’u
Martin Johnson
O sahne aldığında, neredeyse herkes bu sıra dışı festivali terk etmişti. Ama 40 yıl sonra, Woodstock hala Jimi’ye ait. 
Kırk yıl öce yüz binlerce insan (gerçek sayı hiç bir zaman bilinemeyecek) Bethel, N.Y.’da düzenlenen Woodstock Müzik ve Sanat Fuarı için bir araya geldi. Rock müziğin ünlü isimlerinin neredeyse tamamı—Jefferson Airplane, The Who, Janis Joplin, Sly & the Family Stone, Crosby, Stills, Nash & Young, Richie Havens—bu sıra dışı festivalde sahne aldı. Ve seyircilerin neredeyse tamamı bu sanatçıları izledi.
Ancak seyircilerin çok küçük bir bölümü Jimi Hendrix’in performansına (bugün bile gelmiş geçmiş en iyi rock gitar performanslarından biri olan, Woodstock’un simgesi olarak bilinen performans) tanıklık edebildi.
O gün Woodstock’ta olduğunu söyleyebilenlerin birçoğu, Hendrix’in performansını rock tarihinin bu efsaneleşmiş gününü filme alan çok sayıdaki CD ve DVD’ler sayesinde hatırlayabiliyor.
Birçok faktör birleşerek Hendrix’e komplo düzenlemiş gibiydi: yetersiz lojistik planlama, kötü hava koşulları, aşırı kalabalık (yedek olarak çalan ismi duyulmamış toplama grubu söylemeye gerek yok). Hendrix’in performansının (üç günlük hafta sonu festivalinin son gösterisi) 03.00’da başlaması gerekiyordu ancak sahneye çıkması 18 Ağustos Pazartesi 08.00’i buldu. Bu saate kadar Woodstock Kalabalığı’nın büyük kısmının evine gitmiş olması gerekiyordu. Hafta sonu sona ermişti. Ancak kalmayı tercih eden azınlık gerçekten özel bir sabah yaşadı —Jimi ile kahvaltı, anlatılmaya değer bir performans. Bunun nedeni ona özel davranılması değildi. Çalmaya başladığında, konser alanının çevresindeki çalışanlar muazzam kalabalığın çöplerini temizlemeye başlamışlardı.
Festival organizatörleri konsere 150.000 kişinin katılacağını öngörmüştü ve muhtemelen beklediklerinin en az iki katı katılımcı geldi (belki de Joni Mitchell’in “Woodstock” şarkısında söylediği gibi “yarım milyon gücünde” bir kalabalık vardı) ve diğer lojistik imkanlar da kullanılamadı. Her gece gösteriler gün ağarıncaya kadar sürdü ve Pazar günü durmak bilmeyen yağmur nedeniyle Hendrix’in performansı ertesi güne sarktı. Kariyerinin en alışılmadık performanslarından biri olacaktı.
Konser sunucusu Jimi’nin grubunu “Jimi Hendrix Experience” adıyla anons etti ama Jimi hemen sunucunun bu hatasını düzeltti ve grubun adının “Gypsy Sun and Rainbows” olduğunu söyledi. O yılın başlarında Hendrix, 60’lı yılların ortalarında Londra’da kurulan The Experince grubundan ayrılmıştı. Jimi Hendrix Experience üç disk kaydı gerçekleştirdi, bunlardan ikisi Are You Experienced ve Electric Ladyland, popüler müziğin unutulmaz kayıtları arasındaki yerini aldı. Woodstock’tan bir kaç ay sonra, Hendrix, basçı Billy Cox ve Buddy Miles ile birlikte kurduğu yeni grubu Band of Gypsies’i tanıtacaktı.
Ancak o Ağustos günü Hendrix hala arayışlarını sürdürüyordu ve sabah saatlerinde sahneye adım attığında yanında Cox, The Experince grubundan davulcu Mitch Mitchell, gitarist Lary Lee ve iki perküsyoncudan oluşan bir grup vardı.
Bu grup Hendrix’in birlikte çaldığı en büyük grup olmanın yanı sıra en az ünlü olanıydı. Durum Hendrix’i alışık olduğundan farklı bir şekilde çalmaya zorlamıştı. Bu durum özellikle sonunda gitarın bir telini kopardığı “Red House”şarkısının yükselen ve incelen blues tarzı akorlarında belirgin hale geldi. Hendrix gitarının arızasını düzeltmeye uğraşırken Lee “Mastermind” şarkısında gruba liderlik etti, ardından Jimi en az onun kadar nefes kesici “Foxy Lady” ile dönüş yaptı.
Woodstock organizatörleri programlarının ne kadar aksadığını fark ettiklerinde, Hendrix’e gece yarısı çalmasını önerdiler ancak o bu teklifi reddetti. Bu andan itibaren tarihi bir olay gerçekleşeceği belliydi ve Hendrix ışığını ve efsanevi performansını saklamak istemişti. Artık kendisinden önce ortaya konulan mükemmel müziği uygun bir şekilde sonlandırmak istiyormuş gibi çalıyordu.
İki saatlik performansının ortalarına doğru, “The Star-Spangled Banner” parçasının da dahil olduğu bir bölüm başlattı. Ulusal marş Hendrix’in repertuarında uzun süredir yer alıyordu ve bu marşı kariyeri boyunca yaklaşık 50 kez çalmıştı ancak hiçbiri Woodstock’taki kadar uzun ve iniş çıkışlarla süslenmiş değildi. Performansı, Vietnam Savaşı haber sayfalarından tanıdığımız savaş jetlerinden gelen gürültülü geri beslemeyle doldu, sadece Jimi’nin müziğini daha öne çıkaran, rutin eşliğe ustaca değiştirerek JohnColtrane’e benzer şekilde daha itici bir şekilde destekleyen Mitchell the late Rashied Ali tarafından desteklendi. Kırk yıl sonra hala unutulmaz gitar performansları arasında bir numaradaki yerini koruyor.
Hendrix bu durumu performanstan birkaç hafta yapılan bir röportajda TV talk show sunucusu Dick Cavett’e “Ben bir Amerikalıyım tabii ki marşımı çalacağım” şeklinde açıkladı. Cavett, Hendrix’in performansını alışılmışın dışında olarak açıklamaya çalıştığında, gitarist bu açıklamayı düzeltti. “Alışılmışın dışında değil güzel olduğunu düşünüyorum”. Aslında, Woodstock Topluluğunu Amerikalı olmamakla suçlayan neslinin tüm karşıt üyeleri için Jimi’nin uygun bir cevabı vardı; onlar diğerleri gibi uyumlu olmak için yanıp tutuşmuyor, özgürlüğü kucaklıyorlardı. Woodstock son muhteşem Hendrix performanslarından biriydi. Hayatının son 13 ayında kaydının piyasaya sürülmesinden çok önce imzalamış olduğu bir sözleşmeyle ilgili davalarla ve Experince sonrası kurduğu grubu bir arada tutmanın zorluklarıyla uğraşmak zorunda kaldı.

Müzikal açıdan, aynı anda birçok yönde ilerliyordu: Jazz unsurları, art-rock ve diğer stiller Hendrix’in Woodstock sonrası döneminin bir çok gösterisinde ve canlı gösterisinde yerini aldı. Ancak Jimi’nin genel Woodstock performansı ve özellikle Ulusal Marş’a ısrarlı itirazı kariyerinde mükemmel bir noktadır. Özellikle, Woodstock’un ne demek olduğunu tam anlamıyla açıklıyordu. Bu nedenle bu 40. yıldönümü kutlanmaya değer bir olay.

SİNEMA DERGİSİ MAKALE (SİNEFİL-ANTRAKT)
-----------------------------------------------------------------

Ters Yüz: Geri Dönüşümlü Pixar
Ali Ercivan 
Pixar’ın, yaratıcılık krizini kendi lehine çevirmenin bir yolunu bulduğu Ters Yüz vesilesiyle bu büyük animasyon fabrikasının 20 yılı deviren tarihine kısaca göz atıyoruz.  
Pixar’ı animasyon sinemasının yıldızı yapan öykülerin, şirketin kurulduğu dönemde tüm yaratıcı ekibin bir araya geldiği bir yemekte geliştirildiği sır değil. Bahsi geçen isimlerden biri olan Andrew Stanton’ın vakti zamanında Vol-İ (WALL-E, 2008) filminin ilk tanıtım videosunda da açıkladığı üzere1 ekip 1994 yazında Oyuncak Hikâyesi (Toy Story, 1995) filmi henüz yapım aşamasındayken, Kaliforniya’nın kuzeyinde bir restoranda, bundan sonra ne yapacaklarına dair bir beyin fırtınası sonucu en ünlü filmlerinin birçoğunun fikirlerini geliştirmişler. Dolayısıyla bu filmlerin tematik bütünlüğü, neredeyse birbirlerini tamamlar hâlleri hiç şaşırtıcı değil. Büyüme teması bu ortak mevzuların başında gelir. Sadece çocukluktan ergenliğe veya yetişkinliğe giden yolculuk değil; İnanılmaz Aile (The Incredibles, 2004), örneğinde olduğu gibi orta yaş krizi ya da Yukarı Bak (Up, 2009) filmindeki gibi, yaşlılık, hayatın son demlerinde yitip gidenleri kabullenme gibi hiç de çocuk filmleriyle özdeşleşmeyecek meselelere bile el atmıştır Pixar animasyonları. Bu bağlamda Arabalar (Cars, 2006), bile bir olgunlaşma ve köklerinden ayrılıp yeni bir geleceğe doğru adım atma, yani yine bir yetişkin olma öyküsü şeklinde okunabilir. 2010’da vizyona çıkan Oyuncak Hikâyesi 3 (Toy Story 3), bütünlük arz eden bu on beş yıllık filmografinin son noktasıdır. Bir kazanda yakılmalarıyla noktalanacak son yolculuklarına giderken oyuncakların el ele tutuşup akıbetlerini kabullendikleri sekans, Pixar’ın, ölüm temasını da muazzam bir yalınlık ve çarpıcılıkla animasyon sinemasına yedirdiği bir zirvedir âdeta. Bebeklikten ölüme ulaşan bir döngünün kendi filmografileri içindeki sonucudur. Pixar yaratıcılarının büyük beyin fırtınasını gerçekleştirdiği restoranın 2012’de kapanmış olması gibi, o buluşmadan türemiş malzeme de bu filmle birlikte tamamlanmıştır. Pixar’ın duraklama, hatta tıkanma süreci de böylece başlamıştır.
2015 Sürprizleri
2010 sonrası Pixar filmlerinin hâli ortada. Nihayet kadın karakterleri merkezine almış ve belki bunun da etkisiyle sürpriz bir şekilde En İyi Animasyon dalında Oscar kazanmış olsa da 2012 tarihli Cesur (Brave) bile yapım şirketinin eski seviyesinin kat kat altındaydı. Dolayısıyla Pixar, çözümü devam filmleri geliştirmekte aradı. Henüz piyasaya sundukları örnekler sadece Arabalar 2  (Cars 2, 2011), (bu seriden türetilen ve doğrudan Pixar yapımı olmasa bile şirketten isimlerin yaratıcı ekipte destek verdiği daha küçük ölçekli) Uçaklar (Planes, 2013) ve Canavarlar Üniversitesi (Monsters University, 2013), olsa da Kayıp Balık Nemo’nun (Finding Nemo, 2003) devamı ‘Kayıp Balık Dory’, ‘İnanılmaz Aile 2’, ‘Oyuncak Hikâyesi 4’ hep yolda. Fakat 2015, bu yeni süreçte bir sürprizle karşımıza çıktı: iki adet yepyeni ve orijinal Pixar projesi! İyi Dinozor (The Good Dinosaur, 2015) için sene sonunu bekleyeceğiz ama ilk gösterimi Cannes Film Festivali’nde gerçekleşen asıl iddialı yapımları Ters Yüz bizde de dünyayla eşzamanlı olarak vizyon gördü. Kanımca, Pixar’ın içinde bulunduğu yaratıcılık krizinden çıkma çabasının hem olumlu hem olumsuz yönleriyle vücut bulduğu çok özel bir örneğe dönüştü.
Riley adlı bir kız çocuğunun zihninde geçiyor Ters Yüz. İlk yaşlarından itibaren çocuğun karakterini belirleyen neşe, öfke, umutsuzluk ve tiksinme gibi duygulara vücut veriyor Pixar. Filmin öykünü, insan zihnini kontrol eden bir merkezde bir arada çalışan duyguların, artık on bir yaşına gelmiş ve ergenliğin eşiğinde bulunan bu çocuğun büyük bir taşınmayla iyice allak bullak olan hâlet-i ruhiyesini idare etme çabaları oluşturuyor. Yani, bana sorarsanız son derece açık bir biçimde diyor ki Pixar: “İşinde başarılı bunca insan olarak, şirketimizin yaşadığı yaratıcı tıkanıklık sürecine çözüm aramak için oturduk; Pixar’ı Pixar yapan temaların bir dökümünü yaptık, bunları taze bir öykülemeyle nasıl yeniden tedavüle sokabiliriz diye kafa patlattık… Ama ne yalan söyleyelim, işin içinden çıkamadık! Sonra aklımıza cin bir fikir geldi. Bu temalardan yeni bir öykü türetemiyorsak, biz de o temaları bodoslama filmin malzemesi yapalım! Yani o temaları birer karaktere dönüştürelim! Büyümeye başlayan bir kızın kafa karışıklığı ve umutsuzluğu, onun zihninde yaşayan ‘emo’ bir kız olarak vücut bulsun. Çocukluğa özgü o neşesi bu yeni hisler karşısında afallayan başka bir karakter olsun. Bu hem dilediğimiz kadar geniş bir yaratıcı alan sağlar bize hem de orijinal bir iş olarak algılanır, yapıbozumculuğa kadar gider bunun ucu…” Siz ister zekice bir fikir deyin ister kurnazlık, Pixar kendi yaratıcı tıkanıklığını lehine işletmenin yolunu bulmuş Ters Yüz filminde. Önemli olan ortaya çıkan sonuç denirse de susarım çünkü karşımızda gerçekten Pixar’ın en iyi işleriyle boy ölçüşebilecek nitelikte, hem eğlenceli hem de yer yer son derece dokunaklı bir yapım var. Büyümenin nasıl bir şey olduğuna dair belki fazla dolaysız ama yine de gayet sahici. Rüyaları, havsalamızı, zihindeki soyut duyguları, hedef kitlesi olan çocukları da kaybetmeden pratik ve yaratıcı yöntemlerle perdeye yansıtabilmiş. Bir noktadan sonra ister istemez bir özgün fikirden diğerine koşarken kendini, ele aldığı fikirlerin cinliğine fazla kaptırdığını söylemek mümkün ama bu bile Ters Yüz’ün eşsiz bir macera olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Kaldı ki cümbüşün içinde, büyümeye dair trajik detayları da es geçmiyor film. Büyümek o kadar değerli şeyleri unutmak ya da geride bırakmak ki bir yandan… Mesela Riley’nin zihninin derinliklerinde karşımıza çıkan, küçük kızın bebekliğindeki hayali arkadaşı fil-kedi-yunus melezi Bing Bong’un fedakârlığı, Oyuncak Hikâyesi 3’ün ‘Ölüme Giden Oyuncaklar’ sekansı kadar sarsıcı olmasa da o malzemenin geri dönüştürülmüş hâli olarak yine de yürek paralıyor.
Peki, tekil olarak bu film iyi sonuç vermiş olsa da (gişesi de olağanüstü başarılı olacak gibi görünüyor) Pixar’ın geleceği için umut vermeye yetiyor mu? Önümüzde bizi yine ardı ardına devam filmleri beklerken (Ters Yüz’e yapılacak bir devam filmi de listeye eklenir yakında), yaşadıkları tıkanıklığı bir fırsata çevirme zekâsı tek başına Pixar’ı kurtarmaya yetecek mi sahiden? Umutlu olmaya çalışarak bekliyoruz diyelim.

Hiç yorum yok: