-----------------------------------------------------------------
Jimi Hendrix’in Woodstock’u
Martin Johnson
O sahne aldığında, neredeyse herkes
bu sıra dışı festivali terk etmişti. Ama 40 yıl sonra, Woodstock hala Jimi’ye
ait.
Kırk yıl öce yüz binlerce insan (gerçek sayı hiç
bir zaman bilinemeyecek) Bethel, N.Y.’da düzenlenen Woodstock Müzik ve Sanat
Fuarı için bir araya geldi. Rock müziğin ünlü isimlerinin neredeyse tamamı—Jefferson
Airplane, The Who, Janis Joplin, Sly & the Family Stone, Crosby, Stills,
Nash & Young, Richie Havens—bu sıra dışı festivalde sahne aldı. Ve
seyircilerin neredeyse tamamı bu sanatçıları izledi.
Ancak seyircilerin çok küçük bir bölümü Jimi
Hendrix’in performansına (bugün bile gelmiş geçmiş en iyi rock gitar
performanslarından biri olan, Woodstock’un simgesi olarak bilinen performans)
tanıklık edebildi.
O gün Woodstock’ta olduğunu söyleyebilenlerin
birçoğu, Hendrix’in performansını rock tarihinin bu efsaneleşmiş gününü filme
alan çok sayıdaki CD ve DVD’ler sayesinde hatırlayabiliyor.
Birçok faktör birleşerek Hendrix’e komplo
düzenlemiş gibiydi: yetersiz lojistik planlama, kötü hava koşulları, aşırı
kalabalık (yedek olarak çalan ismi duyulmamış toplama grubu söylemeye gerek
yok). Hendrix’in performansının (üç günlük hafta sonu festivalinin son
gösterisi) 03.00’da başlaması gerekiyordu ancak sahneye çıkması 18 Ağustos
Pazartesi 08.00’i buldu. Bu saate kadar Woodstock Kalabalığı’nın büyük kısmının
evine gitmiş olması gerekiyordu. Hafta sonu sona ermişti. Ancak kalmayı tercih
eden azınlık gerçekten özel bir sabah yaşadı —Jimi ile kahvaltı, anlatılmaya değer
bir performans. Bunun nedeni ona özel davranılması değildi. Çalmaya başladığında,
konser alanının çevresindeki çalışanlar muazzam kalabalığın çöplerini
temizlemeye başlamışlardı.
Festival organizatörleri konsere 150.000 kişinin
katılacağını öngörmüştü ve muhtemelen beklediklerinin en az iki katı katılımcı
geldi (belki de Joni Mitchell’in “Woodstock” şarkısında söylediği gibi “yarım
milyon gücünde” bir kalabalık vardı) ve diğer lojistik imkanlar da kullanılamadı.
Her gece gösteriler gün ağarıncaya kadar sürdü ve Pazar günü durmak bilmeyen yağmur
nedeniyle Hendrix’in performansı ertesi güne sarktı. Kariyerinin en alışılmadık
performanslarından biri olacaktı.
Konser sunucusu Jimi’nin grubunu “Jimi Hendrix
Experience” adıyla anons etti ama Jimi hemen sunucunun bu hatasını düzeltti ve
grubun adının “Gypsy Sun and Rainbows” olduğunu söyledi. O yılın başlarında
Hendrix, 60’lı yılların ortalarında Londra’da kurulan The Experince grubundan
ayrılmıştı. Jimi Hendrix Experience üç disk kaydı gerçekleştirdi, bunlardan
ikisi Are You Experienced ve Electric Ladyland, popüler müziğin unutulmaz kayıtları
arasındaki yerini aldı. Woodstock’tan bir kaç ay sonra, Hendrix, basçı Billy
Cox ve Buddy Miles ile birlikte kurduğu yeni grubu Band of Gypsies’i tanıtacaktı.
Ancak o Ağustos günü Hendrix hala arayışlarını
sürdürüyordu ve sabah saatlerinde sahneye adım attığında yanında Cox, The
Experince grubundan davulcu Mitch Mitchell, gitarist Lary Lee ve iki
perküsyoncudan oluşan bir grup vardı.
Bu grup Hendrix’in birlikte çaldığı en büyük grup
olmanın yanı sıra en az ünlü olanıydı. Durum Hendrix’i alışık olduğundan farklı
bir şekilde çalmaya zorlamıştı. Bu durum özellikle sonunda gitarın bir telini
kopardığı “Red House”şarkısının yükselen ve incelen blues tarzı akorlarında
belirgin hale geldi. Hendrix gitarının arızasını düzeltmeye uğraşırken Lee
“Mastermind” şarkısında gruba liderlik etti, ardından Jimi en az onun kadar
nefes kesici “Foxy Lady” ile dönüş yaptı.
Woodstock organizatörleri programlarının ne kadar
aksadığını fark ettiklerinde, Hendrix’e gece yarısı çalmasını önerdiler ancak o
bu teklifi reddetti. Bu andan itibaren tarihi bir olay gerçekleşeceği belliydi
ve Hendrix ışığını ve efsanevi performansını saklamak istemişti. Artık
kendisinden önce ortaya konulan mükemmel müziği uygun bir şekilde sonlandırmak
istiyormuş gibi çalıyordu.
İki saatlik performansının ortalarına doğru, “The
Star-Spangled Banner” parçasının da dahil olduğu bir bölüm başlattı. Ulusal marş
Hendrix’in repertuarında uzun süredir yer alıyordu ve bu marşı kariyeri boyunca
yaklaşık 50 kez çalmıştı ancak hiçbiri Woodstock’taki kadar uzun ve iniş çıkışlarla
süslenmiş değildi. Performansı, Vietnam Savaşı haber sayfalarından tanıdığımız
savaş jetlerinden gelen gürültülü geri beslemeyle doldu, sadece Jimi’nin müziğini
daha öne çıkaran, rutin eşliğe ustaca değiştirerek JohnColtrane’e benzer şekilde
daha itici bir şekilde destekleyen Mitchell the late Rashied Ali tarafından
desteklendi. Kırk yıl sonra hala unutulmaz gitar performansları arasında bir
numaradaki yerini koruyor.
Hendrix bu durumu performanstan birkaç hafta yapılan
bir röportajda TV talk show sunucusu Dick Cavett’e “Ben bir Amerikalıyım tabii
ki marşımı çalacağım” şeklinde açıkladı. Cavett, Hendrix’in performansını alışılmışın
dışında olarak açıklamaya çalıştığında, gitarist bu açıklamayı düzeltti. “Alışılmışın
dışında değil güzel olduğunu düşünüyorum”. Aslında, Woodstock Topluluğunu
Amerikalı olmamakla suçlayan neslinin tüm karşıt üyeleri için Jimi’nin uygun
bir cevabı vardı; onlar diğerleri gibi uyumlu olmak için yanıp tutuşmuyor,
özgürlüğü kucaklıyorlardı. Woodstock son muhteşem Hendrix performanslarından
biriydi. Hayatının son 13 ayında kaydının piyasaya sürülmesinden çok önce
imzalamış olduğu bir sözleşmeyle ilgili davalarla ve Experince sonrası kurduğu
grubu bir arada tutmanın zorluklarıyla uğraşmak zorunda kaldı.
Müzikal açıdan, aynı anda
birçok yönde ilerliyordu: Jazz unsurları, art-rock ve diğer stiller Hendrix’in
Woodstock sonrası döneminin bir çok gösterisinde ve canlı gösterisinde yerini
aldı. Ancak Jimi’nin genel Woodstock performansı ve özellikle Ulusal Marş’a ısrarlı
itirazı kariyerinde mükemmel bir noktadır. Özellikle, Woodstock’un ne demek
olduğunu tam anlamıyla açıklıyordu. Bu nedenle bu 40. yıldönümü kutlanmaya değer
bir olay.
SİNEMA DERGİSİ MAKALE (SİNEFİL-ANTRAKT)
-----------------------------------------------------------------
Ters Yüz: Geri Dönüşümlü Pixar
Ali Ercivan
Pixar’ın, yaratıcılık krizini kendi
lehine çevirmenin bir yolunu bulduğu Ters Yüz vesilesiyle bu büyük
animasyon fabrikasının 20 yılı deviren tarihine kısaca göz atıyoruz.
Pixar’ı animasyon sinemasının
yıldızı yapan öykülerin, şirketin kurulduğu dönemde tüm yaratıcı ekibin bir
araya geldiği bir yemekte geliştirildiği sır değil. Bahsi geçen isimlerden biri
olan Andrew Stanton’ın vakti zamanında Vol-İ (WALL-E, 2008)
filminin ilk tanıtım videosunda da açıkladığı üzere1 ekip 1994 yazında Oyuncak
Hikâyesi (Toy Story, 1995) filmi henüz yapım aşamasındayken,
Kaliforniya’nın kuzeyinde bir restoranda, bundan sonra ne yapacaklarına dair
bir beyin fırtınası sonucu en ünlü filmlerinin birçoğunun fikirlerini
geliştirmişler. Dolayısıyla bu filmlerin tematik bütünlüğü, neredeyse
birbirlerini tamamlar hâlleri hiç şaşırtıcı değil. Büyüme teması bu ortak
mevzuların başında gelir. Sadece çocukluktan ergenliğe veya yetişkinliğe giden
yolculuk değil; İnanılmaz Aile (The Incredibles, 2004), örneğinde
olduğu gibi orta yaş krizi ya da Yukarı Bak (Up, 2009)
filmindeki gibi, yaşlılık, hayatın son demlerinde yitip gidenleri kabullenme
gibi hiç de çocuk filmleriyle özdeşleşmeyecek meselelere bile el atmıştır Pixar
animasyonları. Bu bağlamda Arabalar (Cars, 2006), bile bir
olgunlaşma ve köklerinden ayrılıp yeni bir geleceğe doğru adım atma, yani yine
bir yetişkin olma öyküsü şeklinde okunabilir. 2010’da vizyona çıkan Oyuncak
Hikâyesi 3 (Toy Story 3), bütünlük arz eden bu on beş
yıllık filmografinin son noktasıdır. Bir kazanda yakılmalarıyla noktalanacak
son yolculuklarına giderken oyuncakların el ele tutuşup akıbetlerini
kabullendikleri sekans, Pixar’ın, ölüm temasını da muazzam bir yalınlık ve
çarpıcılıkla animasyon sinemasına yedirdiği bir zirvedir âdeta. Bebeklikten
ölüme ulaşan bir döngünün kendi filmografileri içindeki sonucudur. Pixar
yaratıcılarının büyük beyin fırtınasını gerçekleştirdiği restoranın 2012’de
kapanmış olması gibi, o buluşmadan türemiş malzeme de bu filmle birlikte
tamamlanmıştır. Pixar’ın duraklama, hatta tıkanma süreci de böylece
başlamıştır.
2015 Sürprizleri
2010 sonrası Pixar filmlerinin hâli
ortada. Nihayet kadın karakterleri merkezine almış ve belki bunun da etkisiyle
sürpriz bir şekilde En İyi Animasyon dalında Oscar kazanmış olsa da 2012
tarihli Cesur (Brave) bile yapım şirketinin eski seviyesinin kat
kat altındaydı. Dolayısıyla Pixar, çözümü devam filmleri geliştirmekte aradı.
Henüz piyasaya sundukları örnekler sadece Arabalar 2 (Cars 2,
2011), (bu seriden türetilen ve doğrudan Pixar yapımı olmasa bile
şirketten isimlerin yaratıcı ekipte destek verdiği daha küçük ölçekli) Uçaklar
(Planes, 2013) ve Canavarlar Üniversitesi (Monsters
University, 2013), olsa da Kayıp Balık Nemo’nun (Finding
Nemo, 2003) devamı ‘Kayıp Balık Dory’, ‘İnanılmaz Aile 2’, ‘Oyuncak
Hikâyesi 4’ hep yolda. Fakat 2015, bu yeni süreçte bir sürprizle karşımıza
çıktı: iki adet yepyeni ve orijinal Pixar projesi! İyi Dinozor (The
Good Dinosaur, 2015) için sene sonunu bekleyeceğiz ama ilk gösterimi Cannes
Film Festivali’nde gerçekleşen asıl iddialı yapımları Ters Yüz bizde de
dünyayla eşzamanlı olarak vizyon gördü. Kanımca, Pixar’ın içinde bulunduğu
yaratıcılık krizinden çıkma çabasının hem olumlu hem olumsuz yönleriyle vücut
bulduğu çok özel bir örneğe dönüştü.
Riley adlı bir kız çocuğunun
zihninde geçiyor Ters Yüz. İlk yaşlarından itibaren çocuğun karakterini
belirleyen neşe, öfke, umutsuzluk ve tiksinme gibi duygulara vücut veriyor
Pixar. Filmin öykünü, insan zihnini kontrol eden bir merkezde bir arada çalışan
duyguların, artık on bir yaşına gelmiş ve ergenliğin eşiğinde bulunan bu
çocuğun büyük bir taşınmayla iyice allak bullak olan hâlet-i ruhiyesini idare
etme çabaları oluşturuyor. Yani, bana sorarsanız son derece açık bir biçimde
diyor ki Pixar: “İşinde başarılı bunca insan olarak, şirketimizin yaşadığı
yaratıcı tıkanıklık sürecine çözüm aramak için oturduk; Pixar’ı Pixar yapan
temaların bir dökümünü yaptık, bunları taze bir öykülemeyle nasıl yeniden
tedavüle sokabiliriz diye kafa patlattık… Ama ne yalan söyleyelim, işin içinden
çıkamadık! Sonra aklımıza cin bir fikir geldi. Bu temalardan yeni bir öykü
türetemiyorsak, biz de o temaları bodoslama filmin malzemesi yapalım! Yani o
temaları birer karaktere dönüştürelim! Büyümeye başlayan bir kızın kafa
karışıklığı ve umutsuzluğu, onun zihninde yaşayan ‘emo’ bir kız olarak vücut
bulsun. Çocukluğa özgü o neşesi bu yeni hisler karşısında afallayan başka bir
karakter olsun. Bu hem dilediğimiz kadar geniş bir yaratıcı alan sağlar bize
hem de orijinal bir iş olarak algılanır, yapıbozumculuğa kadar gider bunun
ucu…” Siz ister zekice bir fikir deyin ister kurnazlık, Pixar kendi yaratıcı
tıkanıklığını lehine işletmenin yolunu bulmuş Ters Yüz filminde. Önemli
olan ortaya çıkan sonuç denirse de susarım çünkü karşımızda gerçekten Pixar’ın
en iyi işleriyle boy ölçüşebilecek nitelikte, hem eğlenceli hem de yer yer son
derece dokunaklı bir yapım var. Büyümenin nasıl bir şey olduğuna dair belki
fazla dolaysız ama yine de gayet sahici. Rüyaları, havsalamızı, zihindeki soyut
duyguları, hedef kitlesi olan çocukları da kaybetmeden pratik ve yaratıcı
yöntemlerle perdeye yansıtabilmiş. Bir noktadan sonra ister istemez bir özgün
fikirden diğerine koşarken kendini, ele aldığı fikirlerin cinliğine fazla
kaptırdığını söylemek mümkün ama bu bile Ters Yüz’ün eşsiz bir macera
olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Kaldı ki cümbüşün içinde, büyümeye dair trajik
detayları da es geçmiyor film. Büyümek o kadar değerli şeyleri unutmak ya da
geride bırakmak ki bir yandan… Mesela Riley’nin zihninin derinliklerinde
karşımıza çıkan, küçük kızın bebekliğindeki hayali arkadaşı fil-kedi-yunus
melezi Bing Bong’un fedakârlığı, Oyuncak Hikâyesi 3’ün ‘Ölüme Giden
Oyuncaklar’ sekansı kadar sarsıcı olmasa da o malzemenin geri dönüştürülmüş
hâli olarak yine de yürek paralıyor.
Peki, tekil olarak bu film iyi
sonuç vermiş olsa da (gişesi de olağanüstü başarılı olacak gibi görünüyor)
Pixar’ın geleceği için umut vermeye yetiyor mu? Önümüzde bizi yine ardı ardına
devam filmleri beklerken (Ters Yüz’e yapılacak bir devam filmi de
listeye eklenir yakında), yaşadıkları tıkanıklığı bir fırsata çevirme zekâsı
tek başına Pixar’ı kurtarmaya yetecek mi sahiden? Umutlu olmaya çalışarak
bekliyoruz diyelim.